Nasıl yüzüstü bırakabildin bizi?
Çünkü kalbimin sesini dinledim!
Ama kalbinin sesi değil miydi seni şuan bulunduğun yere getiren?
Eskiden bulunduğum şimdi rüyasını kurduğum yeri özledim…
O yerdeyken de burayı istedin ama hep.
Yazken kışı özledim, kışken baharı istedim. Hiç ait olamadım bulunduğum zamana o yüzdendir ki hiç sahiplenemedim zamanla birlikte gelen geçenleri.
O yüzden hepsi geldi ve geçti…
Geçmeseydi?
Diyemezsin geçmeseydi. Olanlar değiştirilemez.
Yeniden yazılabilir ama…
Aynı hatalar yeniden yapılır o zaman.
Ders almak yok mu?
Ders almak var mı?
Yeni başlangıçlar?
Sonlanmayan hiçbir şeyin yeni başlangıcı olamaz!
Aynı hataları yapamam!
Aynı hatalar yine yeniden…
Neden?
Sen busun!
“Tasvirlerden, sonu gelmez betimlemelerden sıkıldım. Sözün koynuna girip birdenbire acıtarak, kanata kanata söyleyen biri gibi söyleyeceğim. Evet belki hazmetmesi zor olabilir ama sahtekarca gülümseyerek söyleyemem, sözümü esirgeyemem bu konuda.
Herkes için geçerli değil bu. Ama konu sen isen.
Sen bu hataları yaparsın -evet ağır biliyorum ama- sen busun!”
İşte bu sesler asla susmaz.
Bazen bu ses etrafından birinin maskesini takar. Her defasında farklı kelimeler kullanarak aynı şeyi söylerler. Bazen ise bu ses içine hapsolur. Kendi sesinmiş gibi konuşur seninle, sanki bir tekerlemeymiş gibi durmadan beynine dokur bu cümleleri… Kurtulamazsın.
Ve inandırır seni ‘bu’ olduğuna…
Atmosferde her çınlayan sesin bir izi olur ya, o iz kazınır vücuduna yeni dövmen olur.
Sense o görünmez damgayı taşırken sadece gülersin çünkü bilirsin ki unuttukları bir şey var!
Seni bir çerçeve içine alamazlar, kalıplara sokamazlar, bağlasalar yine tutamazlar.
Çalınamaz, söylenemezsin.. Anlaşılır bir şarkı sözü değilsin ki!
Ritmin yok, nakaratların yok… Ölçüsüz bir şarkı olur mu? Senin hesaplanabilir bir ölçün bile yok.
Nota kağıdının satırlarına sığamayan bir notasın.
Bir mırıldanma olabilirsin belki, ya da sağır bir adamın gevelemesi…
Net olmayan bir kadın portresi, sadece gözleri ve elleri çizilmiş…
Davetsiz bir misafir olabilirsin, cenazede gülen kadın ya da öldüğünü kabul etmeyen bir hayalet. Evet tüm bu garipliklerin tamamı olabilirsin. Bu dünyada ne olduğu belli olmayan her şey olabilirsin.
İşin gülünç tarafı sen bile kendini çözememişken insanlar sana teşhis koyarlar: “Sen Busun!”
Sen kendi kanatlarını zincirlediysen, kendini içine hapsettiğin, Alaaddin’in cini misali, şişende mutluysan… Ve o şişenin boyutlarını bile başkaları senin adına belirlediyse… Ve sen bundan gocunmadıysan ben neden aynısını yapmalıyım? Ben neden sen istiyorsun diye ‘bu’ olmalıyım?
Aslında herkes karşısındakini kendi gibi zannettiğinden… Çünkü onun da ne olduğu ve hatta ne olabileceği bir başkası tarafından tayin edilmiştir. Ona da bir başkası ‘sen busun’ demiş ve o da O olmuştur.

Catherine Edlinger Kunze – It’s your face
İnsan beyni ne kadar gelişmiş olursa olsun kendi karmaşıklığına bir yenisini daha eklememek adına diğerlerini belirli çerçevelerle sınırlandırır. Dolayısıyla insan kısıtlı bir bakış açısına sahip olduğundan -daha doğrusu öyle bakmayı seçtiğinden- penceresine ne kadarını sığdırabilirse onu görür.
İnsanız ve ne yazık ki hepimiz böyleyiz. Birbirimizi tek yönlü olarak görmekten kendimizi alamıyoruz. Kendi yarattığımız karakterlerin değerlendirmesini başkalarının tarafsız yorumlamalarına bırakamıyoruz, mutlaka kendimiz tanımlıyoruz; zavallı çocuk, aşağılık yalancı, basit kadın…
Karşımızda duran etten kemikten oluşan ‘şey’leri, doğruları ve yanlışlarıyla değil de roman yazarının tek tip çizilmiş bir karakteri gibi görüyoruz. Romanımızda o karaktere hangi sıfatı layık gördüysek, o sıfatın tüm özelliklerini tırnağının ucuna kadar taşıtıyoruz. Dolayısıyla birinin kötü olduğuna karar verdiysek, o kişinin vay haline… Çünkü o kişiyi artık hep kötü diye kodluyoruz.
Ve iyi, sonuna kadar iyi… Zihinde ve kalpte hep aklıyoruz o kişiyi. En büyük kazıkları en sevdiklerimizden yememiz de hep bu nedenden. Onları bir kere iyiler kümesine sokuyoruz işte! Ve ileri derece matematik dersinde görebileceğimiz ve matematikte öğrendiğimiz son formül olan “hayattan aldığımz dersler; en güvendiklerimiz ile bize yaşattıkları hayalkırıklıkları arasındaki kesişim kümesidir” i öğrenene kadar iyiden iyi çıkmazsa kaç kalır bilemiyoruz.
Küçükken büyüklerimizden dinlemiş olduğumuz masallarda da bu yaratıcı tek yönlücülük vardır. Hangi masalda yaşlı bir cadının çocuklara sadece sevinsinler diye şeker verdiğini duydunuz? Hangi masalda üvey anne ve üvey kardeşler sevecen ve anlayışlı olur? Hangi masalda bir prens prensesi evlenme vaadiyle kandırır?
Sadece iyilik ve kötülük şeklinde değerlendirmek de yanlıştır, önemli olan iki zıtlıktan biri olmandır yoksa boş kümesindir. Yoksun!

Catherine Edlinger Kunze – Don’t Let Anyone Tell You
Bir ortamda elin cebine zor girdiyse, döneminin şartlarını göz önünde bulundurmaz insanlar. O an hangi durumdasın, sıkıntı içinde misin önemsemezler, çünkü sen cimrisindir.. Bir kere yalan yakalasınlar sonuna kadar yalancı çobansın… Ağzından yanlış yere varan bir sözcük çıktığında, o senin kabalığın olur , otokontrolünü kaybetsen tehlikeli olursun.
Bir kere… Sadece bir kerecik bile yaptıysan ‘BU’ olursun.