Seninle yakınlaşırken duyduğum korku ve güvensizliğin ilişkinin en başına ait bocalamalar olduğunu biliyordum. İkimiz de birbirimize açıkça sözler vermiştik. Evlendik. Çocuklarımız oldu. Zor günleri beraber atlattık. Kalplerimizde ve vasiyetlerimizde birbirimize yer verdik. Artık kaygılara yer yok değil mi? Ne yazık ki bu görünmez bir halat ile birbirimizi birbirimize bağlayarak ya da bir imza ile tek seferde çözülebilecek bir sorun değildi. Bizimle beraber devam etmesi gereken şeydi. Bizi kapsayan ve hep kapsayacak olan sonsuz güven bağı her daim tazelenmeye ihtiyaç duyacaktı. Birlikte geçirdiğimiz onca yıldan sonra bile… Birbirimize hala arzu duyduğumuza dair kanıt arayan korkular hep su yüzünde olacaktı. Bu doyurulması gereken cinsel arzular değildi, hayır, bu hala birbirimizle bir ömür geçirmek istediğimize dair duyulan arzulardı. Bu konudaki endişelerimin giderilmesi aklımdan geçen son şeymiş gibi davransam da bu yüzden hep endişeliydim. Ve daha da kötüsü bu endişeler beni seni aldatmaya iten şeydi. Sana ihtiyacım yokmuş gibi davrandığım ve beni hala isteyip istemediğine içerlediğim tüm zamanlar adına atmış olduğum güç göstergesi. Kabul görme ihtiyacı sadece zayıfları kapsayan bir lanet değildir sevgilim. Benim hep ama hep senin tarafından arzulandığımı bilmeye ihtiyacım vardı. Benimle yürümeyi kabul ettiğin yolda hala isteyerek mi duruyorsun? Benim için yapman gerekenleri yeterince yapmadığın ya da mecburiyetten yaptığın hissinde olduğum için sana gizliden gizliye içerlediğim anları hissediyor musun? Sevgilim sen de benim kadar korkuyor musun? Beni bu yüzden mi aldatıyorsun?
Çocukluğunda ebeveynlerinden yeterince sevgi ve ilgi gören çocuklar uzunca bir süre bu sevgi dolu ebeveynlerinin kendilerini evrenin merkezine yerleştirmelerini deneyimler. Ta ki madalyonun öteki tarafını, gerçek boyutta bireylerin şaşılası yalnızlığını keşfedene kadar.. Bu keşfetme gününe kadar hepimiz korunaklı dünyamızda hayalperest ve mutlu çocuklarızdır. Beyinlerimizde, hayal gücümüzde henüz rasyonel dünyadaki kıyaslamaların getireceği kategorizeleşme oluşmamıştır. Hepimiz nerdeyse aynıyızdır. ‘Herkes gibi miyiz, farkımız ne, nerede?’ bunları sorgulamayız. Bir çocuğun kendi normali neyse normal odur. O yüzden sevgiyi alma ve verme de sorgusuz sualsiz normaldir. Sevgiyle çevrili duvarlarımız varken biriyle yakınlaşırken korku veya güvensizlik duygusu gibi kaygılanmalar yaşamayız. Yetişkinlerin dünyasının “normali” ise kuşkucu ve kaygılı davranmaktır hatta bunu kendimizce daha anlaşılır formatlara sokarız, buna ‘temkinli olmak’ deriz. Çünkü aksini yapmak kesinlikle ama kesinlikle çocukluktur. Sanki bu kötü bir şeymişçesine ‘çocuk muyum ki’ deriz. Çocuk muyum ki hemen güvenecekmişim!
Bunları göz önünde bulundurunca yetişkinlerin ilişkilerinde, her seferinde, o çocukluktan hatırladıkları sıcak duyguları aramaları şaşırtıcı mıdır? Kusursuz sevgi talebimiz, tatmini ulaşılabilir olmayan güven ihtiyacımız ve sevgi eksikliği duyulan her anı ve anıyı kaydetmemiz, çocukluktan alıştırıldığımız o tatlı dünyayı arama isteğimizden gelir. Çocukluğa geri dönme isteğinden… O yüzden her aşık biraz çocuk ve her aşk çocuksudur. Ta ki bu aşıklar ebeveyn olma kararı alana kadar.. Zamanında sınırları ihlal ettiğimiz, tehlikeli sularda yüzdüğümüz o eğlenceli partnerimizle bu oyunlar geride kalmıştır. Tutkular, ay ışığı saatleri, mum kokuları, gece denizleri, yanan odunlar… Boş odalar, alevlenen odalar, eriyen odalar… Bunlar yok olmuştur. Çocuklar korkmasın diye canavarlar yataktan çıkartılmış, yatak altlarına itilmiştir. Ebeveyn kimliğinde bütün bunlara ne derece yer verilebilir?
Eskiden, mutlu, özgür çocuklarken iffetli “anne” , “baba” sıfatlarımıza sahip değilken oyunlara hayatımızda daha çok yer verirken birbirimizi daha çok sevmemiz ve arzulamamız anlaşılırdı. Ateşli kavgalar ateşli öpücüklerle biterdi. Şimdiyse buz gibi yatakta başkasının hayalini kurarak bitiyor. Bu sadece bizim başımıza gelen bir şey değil tabii ki, evlenmeye ve ebeveyn olmaya karar vermiş herkesin geçmesi gereken yol. Herhangi biriyle, hatta olabilecek en iyi ihtimalle evlenmek bile nihayetinde kendimizi ne şekilde feda edeceğimize karar vermekle eş değer anlam taşır. Peki neden bu yolu seçtik en başta? Evlilik neden bu kadar cazipti? Kaybettiklerimiz kazandıklarımıza değdi mi?
Seninle hep sevgili kalabilseydik, hep mutlu, özgür çocuklar olarak kalsaydık, beni yine de aldatır mıydın?
Evlilik sözümüzde “bundan yalnızca bir kaç sene sonra, şu an attığımız adım bize dünyanın en yanlış adımıymış gibi geldiğinde bile birbirimize sadık olacağımıza söz veriyoruz çünkü biliyoruz ki dışarıda daha iyi bir ihtimal yok.” deseydik birbirimize daha mı dürüst olurduk acaba? Çünkü evliliğin her ihtimali şu an bulunduğumuz noktaya eni sonunda varacaktı. Biliyor musun ben mutsuz da olsak evliliğin getireceği bu mutsuzluk türüne beraber katlanacağımıza hep inanmıştım sevgilim. Şimdiyse ben de seni aldatıyorum.
Modern çiftlerin en büyük problemi her saat başı yapılacak başka bir işin, bir görevin kuşatması altında olmalarıdır. Bu işlerin bir çoğu banal ve manasızdır üstelik. Çöpleri dışarı atmanın, kurumuş lekeleri masadan çıkarmanın, eve gelirken boya kalemleri almanın yüce ve anlamlı hiçbir tarafı yoktur. Öte yandan diğer daimi görevler ise, kendi çocukluklarını unutup çocuklarına olgun olmayı aşılama gibi, büyük sorumluluk gerektiren görevlerdir. Bütün bunlar arasında bir çift nasıl kendini hatırlayabilir, kendi kalabilir?Bunları kendi hayatından vazgeçmek olarak nitelendiren bir ebeveyn ne kadar mutlu olabilir, partnerini mutlu edebilir? Bu mümkün müdür?
Biz seninle bir oyun oynadık. Nihai istikamet olan mutsuzluğumuza yoldaş aradığımız bir oyundu. Sanıyorum ki ‘yalnız olmak mutsuz ve umutsuz olmaktan kötüdür’ diye düşünüyoruz sevgilim. Ben bir başkası oldum.. Sana söyleyebileceğim cümlelerin çok azını telaffuz eden bir başkası.. Kendi korkularından bahsedemediği için başına gelmesinden en çok korktuğu şeyi kendi yapan bir başkası.. Söylediklerim vardı elbette ama sustuklarım daha çoktu. Söylesem sanıyorum ki sözlerim içinde boğulurduk. Bende yaşasın istedim.
Sen bir başkası oldun. Göründüğünden daha katmanlı. Benim anlayamadıklarımın gizemi vardı içinde ya da senin anlatmadıklarının.. Sanırım aslında gerçekleri süslemek istedin.. Boyanan gözlerim uyanana kadar beni oraya bağlamak. Hayran olduğun göğüslerim ve karnımdan başka şey düşünmeyen sen vücuduma aşinalığından bıkmış bir halde gözlerini kaçırıyorsun artık üzerimden. Bu en çok korktuğum şeydi ve gerçek oldu sevgilim.
Bu işe girerken ikimiz de sonunu düşünmedik.
Şimdi?
Şimdi dersler çıkardık.
İkinci şans verdik mi? Tabi ki verdik, kolaya kaçtık, birincisine ihanet ettik.
Peki “Neden vazgeçmedin?” diye sorarlarsa…
Gerçek bir hünerin yeni bir hayata başlamak değil, eskisini daha az bıkkın ve alışkın gözlerle değerlendirmek olduğunu keşfettiğimiz yalanını söyleriz sevgilim.